Warning: Undefined array key "tEBNDM" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/option.php on line 1

Warning: Undefined array key "LsDyLy" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp.php on line 1

Warning: Undefined array key "VgOmZL" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp-error.php on line 2

Deprecated: Creation of dynamic property wpdb::$categories is deprecated in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/wp-db.php on line 760

Deprecated: Creation of dynamic property wpdb::$post2cat is deprecated in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/wp-db.php on line 760

Deprecated: Creation of dynamic property wpdb::$link2cat is deprecated in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/wp-db.php on line 760

Warning: Undefined array key "KYYBez" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp-query.php on line 2

Warning: Undefined array key "hceChJ" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp-theme.php on line 1

Warning: Undefined array key "FrjaEP" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp-metadata-lazyloader.php on line 1

Warning: Undefined array key "TXnGuc" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-wp-metadata-lazyloader.php on line 2

Warning: Undefined array key "rcpzQy" in /home3/alchemy3/public_html/vanessastateofmind/wp-includes/class-walker-category.php on line 1
Vanessa's State of Mind | Kolombiya

Kolombiya

EKVATOR’A GEÇİŞ

Ipiales’ten sınıra 10dk’da taksi ile 2,5 usd

Ardından Tulcan köyüne 10dk’da 1usd

Ordan Ekvator’un başkenti olan Quito’ya otobüsle 4 saatte 4 usd..

FAREWELL TO COLOMBIA

Komik veya saçma gelebilir ama bana aşureyi andırdı Kolombiya. İçinde değişik değişik bir sürü lezzeti, kimisi çok beğeniyor, kimisi yanına bile yaklaşamıyor. Halkı ise Türk halkını… Bütün gün edebileceğimiz şikayetlerimizle bile ülkemizi çok seviyoruz. Romantizmi, tutkusu bir yanda, yaramazlığı, düşünce kirliliği diğer bir yanda, kültürlü gençleriyle bana çok şey öğretti Kolombiya ve bir sürü güzellikler kattı.. Teşekkürler Kolombiya, onca yaşadığın şeye rağmen, bu kadar güzel ayakta kalabilmen umut verici.. sevgiler, saygılar..

COLOMBIAN FOOD

panderia

Yummyyyy her biri, birinden güzeldi bence

Yerel restoranlarında öğlenleri almuerzo ve akşamları comida diye adlandırdıkları menüler ile 3 tabak yemek (ana yemek sayılabilecek maşallahı olan bir çorba (bknz. ajaica) + et ve dolu dolu bir sürü garnitürlü kocaman bir tabak (bknz. bandeja paisa) + günün tatlısı) yaklaşık sadece 5.000 pesos (3tl). Üstelik bunu yerli tadlarıyla yapıp, cebinize de zarar vermeme şansı, yemeğin en güzel tatlısı. Kath ile paylaşmamıza rağmen fazlasıyla doymamız da neredeyse türk kahvesi keyfi :p

Ajiaco – her lokal restoranda ana yemek öncesi servis edilen tavuklu/ kırmızı etli, 3 çeşit patatesli ve mısır koçanlı çorba yemeği

Neredeyse her Orta Amerika ülkesinde yediğimiz tabağa burda bandeja paisa adını vermişler – et+fasulye+pilav+plateno+yumurta+avukado

Chocolate santafereno – sıcak çukulatanın içine peynir parçaları atıyorlar. Tadı, kulağa geldiğinden çok daha yummyyy… Genelde kahvaltıda bir parça ekmek ile servis ediliyor.

Lechona – içi pilav ve bezelye ile doldurulan domuzun fena görümü karşısında, denemek üzere aldığım tek çatalın tadının, damağında kaldığını itiraf etmeye utanıyorum açıkçası 🙁

Cheese balls – kızarmış kaşerli ekmek topları – atıştırma için yaratılmış sanki. Sokaktakiler ayrıca bir o kadar lezzetli yummyyy

Ince wafflelar – offff çok iyi çok.. iki parça incecik çıtır çıtır waffle diliminin ortasına istediğin reçeli sürüyorlar. Benim favorim süt tatlısıydı. 1tl bile etmeyen lüks mutluluğumu, her öğlen sonrası yememe rağmen özleyeceğime eminim.

Arepa – Kolombiya’nın tortillası diye anlatmak doğru olur herhalde. Sokakta satılan kaşerliler ekstra lezzetli ve sabah kahvaltılarında bizim için idealdi. Areperia’larda içini çeşit çeşit doldurabiliyorsunuz .. Bir yummy de buna..

Manjar blanco del valle – yummmyyyy ötesi, müthişşşş bir sütlü tatlı

Panderos – çayla birlikte yenilen kurabiyeye benziyor

Pan de bono – kaşerli açmaya benziyor

Plateno – burdaki platenoların boyutu normal değil, bir bakar mısınız – tabak boyu kadar..

Avena – muhallebi içeceğine benzeyen, süt ve mısırdan yapılan ve sıcak servis edilen mmmm bir içecek. Ancak her restoran farklı yaptğından, damağınıza uygun olanını bulmak için şanslı olmak gerekebilir. Bence denemekten vazgeçmeyin, müthiş lezzetli.

Cholado – sütlü bir sos ile servis edilen meyve salatası

Bir de malesef çoğunu bulamadım ama dünyanın hiç bir yerinde olmayan meyve çeşitleri de var burada –

guanabana, lulo, curuba, zapote, mamoncillo, uchuva, feijoa, granadilla, maracuya, tomate de arbol, borojo, mamey, tamarindo

LAS LAJAS / IPIALES

(28.02-01.03.2011)

Sınırı geçmek üzere, sadece konaklamak zorunda olduğumuz için gelmiştik şansa buraya.

Kolombiya’nın en beğendiğim şehri olması, evrenin kozmik şakasının devamı idi galiba.

‘Beklenti’ içinde yaşanılan /  ‘Akışta’ yaşanılan.. Haklı walla ne diim 🙂

LP’a da burayı kalmaya değer bulmadığı için ayrıca teşekkürler – hala masum kalabilmeyi becermiş çok güzel bir köy burası..

Kayanın üzerine inşa edilmiş neogotik Virgin of Las Lajas adlı büyülü kilise, Guitara nehrine de komşuluk yapıyor. Vatikan’dan sonra hayatımda gördüğüm en güzel kilise sırasına yerleşti kendisi. Masallar diyarından çıkmış gibi tüm çevresini de etkilemiş. köprüye mimarisini taşımış, bizi başka diyarlara götürmüştü.

1916-44 arası inşa edilen bu nefes kesici mimari yapıtın bir de hikayesi var: Rivayet, 1754’te, Meryem Ana’nın, Maria Mueces adlı bir Eskimo ve Rosa adlı sağır-dilsiz kızı tarafından, büyük bir fırtına esnasında burada görüldüğüne dayanıyor. Meryem Ana’nın, kilisenin arka duvarlarına yansıdığı düşünülerek, mimarisinde bu efsaneden esinlenilmiş.

Meleklerin koruduğu bir köydü sanki. Şelalere ev sahipliği yapıyordu tam merkezinde..

Sabah 6’da kalkıp ayini dinlemeye gittik. Meryem anayı selamladıktan sonra, hasta olanlar ve evinden çıkamayanlar için dualar okudu rahip. Isa’nın ekmeği ve kutsal su ile de kutsandık ardından.

Genelde gezdiğim hiç bir yerde poloraid fotoğraf makinesi ile satış yapan kimseyi görmedim çünkü haliyle turistik yerlerde herkesin bir fotoğraf makinesi – ne işi! Burda bırakın onlardan bir kaç tane olmasını, ‘bizim makineyle resmimizi çeker misiniz’ dediğimizde, biz sormadan artiz artiz bir kaç tane çekmesini, yemeyip de ne yapmalı :p

Geceyi bir manastırda geçirmiş olmamız da sihire farklı tılsımlar kattı ne yalan…

Kolombiya’ya çok güzel bir elveda oldu çok teşekkürler Las Lajas!

Cali – Ipiales

Otobüsle 10 saat – 38.000 pesos

Gece otobüsü almamız önerilmiyor! Her ne kadar polis kontrollü olsa da, otobüsü durdurup korsan misali her şeyi toparlayan çeteler olabiliyormuş. – Açıkçası çok da iyi oldu – müthiş doğa manzaralarına tanık olduk. Dağlar o kadar büyük, o kadar görkemliydi ki Lord Of The Rings sahneleri Yeni Zellanda’da değil, burada çekilmiş gibiydi. Dragonlar, dinazorlar uçmaya başlasa, şaşırmayabilirdim gibi :p ..

CALI

(26-27.02.2011)

1536’da Sebastian de Belalcazar tarafından bulunan, Kolombiya’nin salsa başkenti Kali için söylenilenler, beni önceden heyecanlandırmaya fazlasıyla yetmişti. Sokaklarında dans gösterileri, canlı salsa orkestraları, eşsiz yemek çeşitleri yanı sıra fazla turistik olmaması, tavrıyla, kişiliğiyle gerçek Kolombiya’yı yansıtması.. Çalışan halkın şehri Kali, gece hayatı ile de çok meşhur. Pazar günleri Caleno’lar nehirlere tapmaya gidiyormuş. Akışta olan sularında geleneksel yıkanmalarını yapıyorlarmış.

Elbette bu güzelliklerle birlikte güvenlik konusunda da dikkatli olmanız öneriliyor! Şehrin özellikle güneyi, nehrin kenarı ve parkı için özellikle uyarılıyoruz da.

Peki ben – yine beklentilerimin ağına düştüm. Couchsurfing seçimimizde yanılmıştık. Şehirden çok uzak olması yetmiyormuş gibi, Pedro’nun babası turistleri meğersem hiç sevmiyormuş. Evin içinde sürekli bizi takip edip, hiç bir şeye dokunmamıza izin vermedi. Kahve yapmamız bile dert olmuştu adama. Oskar gecesi uyumamayı seçerek, adamı da istemeden uyutmamış oldum ve her bir adımımızda oğluna şikayet ediyordu bizi.

Ilk gün, kaldığımız yerin şehire uzaklığından, merkeze tek 2. gün inmeye karar verdik. Ne bilelim bütün gün sevgili yağmurun durmayacağını.. Pff.. Kali’nin hakkını veremediğim için üzgünüm.. Neyseki burayı özel kılan insanlar oldu.. istanbul’dan arkadaşım Mert’i görmek, bunlardan biriydi.

Pedro ile olan sohbetimizde, aslında burada yaşamak istemediğinden bahsetti. Kendi sokağında bile 3 kere soyulması yüzünden rahat rahat gezemediğini, üçgen vücuduna rağmen, yaşamak için fazla sert bir şehir olduğunu anlattı. Bu da yeni aldığım fotoğraf makinesini hiç yanımda taşıyamama neden oldu.

Gerçek salsayı yaşamak ümidi ile gece çıktığımızda tanıştığımız Pablo da burayı özel yapanlardandı. Çok fazla çalışmak durumunda kaldığından bahsediyordu. Kolombiya dışına adım bile atmamasına rağmen ingilizceyi bir Amerikalı gibi konuşuyordu. Zaten diğer bir sürü işinin yanısıra ingilizce öğretmeniymiş de.. Müthiş dansetmesine rağmen, ayda sadece 1 kere çıkabilme olanağına sahip olması bitirdi beni.

Pazar günü salsa dersi almaktı niyetimiz ama her yer kapalıydı ve gündüz bile sokaklarında yürümenin çok güvenli olmayacağı söylendiğinden, bir önceki akşam Pablo’dan aldığımız derslere şükretme moduna geçtik haliyle.

Görülesiler:

Iglesia de la Merced

Instituto Departamental de Arte y Cultura

Museo Arqueologico La Merced

Museo del Oro

Museo de Arte Moderno La Tertulia

Zoologico de Cali

Turistik salsa gece hayatı için – Juanchito

the Instituto Popular de Cultura

the Teatro Municipal

the Sala Beethoven

the Escuela Departamental de Teatro

Yenilesiler:

sancocho de gallina (hen stew), arroz atollado (pork sausage, beef ribs, and oxtail in a rice stew), tortilla soup, aborrajado (ripe plantain with melted cheese), toasted green plantain with hogao (a stir-fry of onions and tomatoes), and tamales. Sugarcane plantations inspired a variety of desserts such as cookies, manjar blanco, gelatina de pata (cow’s hoof gelatin with molasses), coconut sweets and champús, a beverage made from corn, the pulp of the lulo fruit, pieces of pineapple, cinnamon, and brown sugar syrup.

A LITTLE MORE OF COLOMBIA’S CULTURE

Eskiden Kolombiya daha bile içine dönükmüş. Doğa ve etnik farklılıklar sayesinde, ülke içinde bir sürü kültürcükler oluşmuş. Bunları ne güzel ki korumayı başarmışlar da..

Tüm barlar gece yarısı 2’de kapatıyormuş. Sebebi tahminin ötesinde, sadece kazaları engellemek için değil, çıkan kavgalar sonucu ölüm oranını azaltmakmış.

En şaşırdığım dahası üzüldüğüm ise, şartlar yüzünden ülkenin sadece %5’inin üniversite okuyabiliyor olması

Karnaval kültürel bir aktiviteden çok turistik bir bahaneymiş. Sadece sahil şehirlerinde kutlanmasının başlıca sebebi de buymuş zaten . (Karnaval sadece Santha Martha ve Barranquilla’da kutlanıyor.) Bogota gibi büyük şehirlerde ise sadece parti veriliyormuş.

Aile mevhumu burda da çok önemli. Özgür genç oğlanlar tek başlarına evlerine geçmeyi becerebilseler bile, yaklaşık haftada 2 ailelerini görüyorlarmış. Genelde bunu yapamayan genç kızlar ise, evlerine geç bile dönemiyorlarmış.

Pasifik sahillleri daha çok Afrika kökenlilere ev sahipliği yapıyormuş.

Kahvesi buranın da çok meşhur ancak yine iyiler hep eksport ediliyor. Fakat burada kültürlerinden diğer ülkelerde olduğu gibi noksan kalmamış. Adım başı küçük bardaklarda satılan çeşitlli aromalı kahveler, küçük mutluluklarımızdı. Kahvesi çok yumuşak olsa bile, damağımıza güzel bir armağandı ve sadece 500 pesos idi.

Sokakta tellere bağlı seyyar cep telefonları var ve üstelik yerliler bile cep telefonları olduğu halde bunları kullanıyor. Anlaşılan zamanında Avea’nın başına gelmiş olan oluyor burda.

Burda da baya gazinolar var.

Meksika’da gördüğüm duvarların üzerlerine yapıştırılmış kırık camlar / dikenli teller burda da var. tehlike çanları da diyebilir miyiz kendilerine :p

BBC – Bogota Beer Company, dünyanın tüm biralarını kendi malzemeleri ile taklit edip insanlara sunduğu zincir bir bira evi. Aparetif olarak küçük bardaklarda denetme yapması ise burayı uğranası bir mekan yapıyor.

Kolombiya’da erkeklere askerlik 1 sene zorunluymuş. Üniversite mezunu olmayanlara ise 2 sene.

Bu bölümü bir Kolombiya fıkrası ile kapatmak istiyorum: Kolombiya’da bir köprü yapmak istiyorlarmış. Bunun için açtıkları ihaleye bir Alman, bir Japon, bir de Kolombiyalı katılmış. Ilk önce Alman teklifini yapmış ve demiş ki ‘bendeki müthiş teknoloji ve deneyimli işçilerle 5 milyon dolara müthiş kaliteli bir iş çıkarabilirim’. Ardından Japon gelmiş ve ‘bendeki ucuz işçiler sayesinde benzer malzemelerle sana bu işi 3 milyon dolara yapabilirim’ demiş. Ardından Kolombiyalı gelmiş ve bu işi 9 milyon dolara yapabileceğini söylemiş – ‘3 milyon sana, 3 milyon bana, 3 de Japonlara’..

BOGATA

Kaderimde resimsiz anlatmak da varmış. Makinemi çok özledim bile. Anlara kaçırılmış bir kare olarak bakmayı da hiç sevmedim açıkçası. Pfff neyse…

Başkent Bogota, alfa şehri olma yolunda, beklediğimden çok daha modern, çok daha düzenli ve sanat dolu. Her ne kadar gittiğimiz modern sanat galerisinde, sanata dair bir eser bile çıkmamış olsa da (holokost ile ilgili tarihi bir sergi vardı) özellikle La Candelaria sokakları birer sanat eseri gibi. Neredeyse her duvarında görebileceğiniz grafitilere vaktim olsa saatlerce bakabilirdim. Kimisinin politik olması beklenilendi tabi. Üniversite şehri olmasından kaynaklanan entellektüel ve stil sahibi gençler ise Kolombiya’nın hiç beklemediğim bir yüzü ile tanıştırdı beni. Saçları da Berlin gençlerini andırdı. Düşünün modernlik boyutlarını.

Bogota da nehir üzerine kurulan şehirlerden bir tanesiymiş. Sudan pek bir eser kalmamış içerilerde, o ayrı tabi.

Panama şehrinde ve Cartagena’da olduğu gibi bir taraftan eski şehir, diğer taraftan gökdelenler, ironilere de ev sahipliği yapıyor. Kendilerini rollos olarak çağıran yerlilere göre de burası Kolombiya’nın en kültürel şehri zaten. Adım başı galeriler, tiyatrolar, konser ve sinema salonları, burayı yaşanası bir şehir kılığına sokuyor.

Mr. & Mrs. Smith de burada çekilmiş.

Accommodation: Kath ile bize pahalıya patlayan Panama-Kolombiya yelken yolculuğumuz sonrası, ‘tasarrufun dibi’ kararımız üzerine, bundan sonra hep Couchsurfing yapacaktık. Ve bu yüzden Medellin’de kendimize kalacak yer de ayarlamıştık. Gardaki ani karar değişikliğimiz sonrası Bogota’ya gittiğimiz için, ilk gece bir hostelde kalmak durumunda kaldık – Alegria’s Hostal – gayet de memnun kaldık. Hatta 5 adım ötesindeki kardeş dorm’unda kaldığımız için 2.000 pesos daha ucuz ödeyip küçük mutluluklar yaşadık = 20.000 pesos. Ertesi gün ise yeni bulduğumuz couchsurfing evine geçip, yerli hayatını çok daha yakından tanıma şansına eriştik. Bir sonraki yazımda ise bu detaylardan bahsedeceğim yuppieee.

Transportation: Şehir çok büyük ancak halk otobüsleri turistler arasında hiç yaygın olmasa gerek ki gardan merkeze gitmek için otobüse bindiğimizde herkes bize uzaylı gibi bakıyordu. Sonra genç bir yerli ile konuştuğumuzda tespitimizde doğru olduğumuzu anladık. Saolsun yolunu değiştirip bizi hostelimize kadar bırakma inceliğini de gösterdi. Taganga deneyemimiz sonrası bize açıkçası baya iyi geldi.

Couchsurfing yaptığımız eve ise Transmillenio adlı yepyeni bir tren ile gittik. dışardan çok temiz ve şık görünen bu trenler, bırakın ki iş çıkış zamanı aşırı kalabalık olup Hindistan’I çağrıştırıyor, yerlilerin anlattığı kadarıyla, hırsızların da baya iş mekanı oluyormuş. Nereye olursa olsun bir bilet 1.700 pesos.

Görülesiler:

La Candelaria

Plaza de Bolivar (Her Cuma 17.00’den sonra Plaza Bolivar’dan arabalar çıkartılıyor ve ’Septimazo’ dedikleri olaya başlıyorlar. Sokak performansçıları pandomim gösterilerini, sirk sanatçıları juggling ve poi aktivitelerini, breakdansçılar yerde sürünmelerini yaparken, izleyiciler bal ile tatlandırdıkları çaylarını veya ‘aguardiente’ dedikleri şeker kamışı karışmış alkollerini yudumluyorlar.)

Bu güzelim fiesta dışında bir de bisikletçilerin aktiviteleri var her Pazar sabah 7 – öğlen 2 arası. 120km boyunca ana yollar kapatılıyor ve bisikletçiler yolların kahramanı oluyor.

Museo del Oro (Güney Amerikada bir sürü yerde rastlayabileceğiniz altın müzesine meraklıysanız, burada gitmeniz öneriliyor çünkü en meşhuru burdaki imiş. Açıkçası benim yine de hiç ilgimi çekmediğinden gitmedim. Ama Kath gitti ve baya beğendi. Içinde kabileleri tanıtan bir bölüm de varmış.)

Donacion Botero (tabikide gittimmmm ve bayıldımmmm. Sadece Botero eserlerini değil bir kaç adet Pablo Picasso, Edgar Degas, Joan Miro, Marc Chagall, Max Ernst eserlerini de görebildim. Isteyenlere hem Botero ile ilgili hem de hangi eserlerin yer aldığı ile ilgili büyük zevkle detay geçebilirim. Uçtuğum anlardan biri daha bu müze duvarları arasındaydı.

Gençlerin MAMBO diye kısalttıkları modern sanat galerisinden kısaca zaten bahsetmiştim. (Museo de Arte Moderno – Benim şansım yoktu ama belki sizin şansınıza güzel bir sergİ çıkabilir – giriş 4.000 pesos)

Museo Historico Policia (Pablo Escobar ile ilgili bilgi almak ümidiyle buraya da geldik. Ancak çok yanlı bilgi aldığımıza neredeyse eminiz. Haliyle genç bir polis bizi gezdirdiğinden, sadece komiserlerinin onlara söylemesi gerektiklerini aktardı bize. Her ne kadar konuşturmaya çalışsak da açıkçası hiç başarılı olamadık. Yine de öğrendiklerimi aktarayım: Bizi gezdiren asker, bunu bedavaya yapıyordu. Belli ki , polisler hakkında iyi düşünmemiz isteniyor, varsa yargılarımızdan kurtulmamız bekleniyordu.

FARC gerillasını ve Cali Cartel’ini neredeyse temizlediklerini aktardı polis rehber. Pablo Escobar’ın liderliğini yaptığı Medellin Cartel’I ise çoktan temizlenmiş zaten. Escobar’ın fakirlere yardım etmesinin başka bir sebebi ise politikacı olmak istemesiymiş. Medellin’in bugüne gelmesindeki katkı payı büyük olan Escobar, 2 Aralık 1993’te doğumgününden 2 gün sonra öldürülmüş. Başına 2.700.000.000 biçilmiş. Kuzeni ve çeteden biri daha Amerika sınırları içinde bir hapishanede yatıyormuş hala.  Oğlu ise hala yaşıyormuş – Boines Aires’de – fakat ismini değiştirmek durumunda kalmış.  Escobar’ın altın kaplamalı Harley motorunu neden onların sergilediklerinde anlam bulmak kolay olmuyor bu durumda. Girişte yaptıkları kahve ikramı ve çıkışta verdikleri hediye poster ise bu süslerin birer parçasıydı. İşkence odasında çeşitli ülkelerde yapılan işkenceleri sergiliyorlardı. En kötüsünün Türkiye olduğunu görmemeyi yeğlerdim tabi.

Baş komiserin ünlü lafı ile de sergiyi sonlandırdık: ‘1 gün mutlu olmak istiyorsan, alkol al. 1 yıl mutlu olmak istiyorsan evlen ama hayat boyu mutluluk istiyorsan polis ol’.

Usaquen (ilk yerleşim burada olmuş. O yüzden olsa gerek, en koloniyel yapıyı da burda gözlemledim. Ancak baya avrupalaştırılmış ve yan etkisi olarak da pahalılaşmış. Kira fiyatları en fazla burada kabarık.)

Museo Arqueologico

Museo de Arte Colonial

Museo Nacional

Cerro de Monserrate (teleferikle tüm şehri kuş bakışı görebilirsiniz)

Mirador Torre Colpatria

Parquet de los Periodistas’ta pazarları yerli marketi var

Jardin Botanico Jose Celestino’da 5.000’den fazla orkide çeşidi var

Maloka

Andres Carne de Res (neredeyse 150.000’e patlayan, müthiş yemekleri tattığınız ve cirque de soleil tarzı show’lara tanık olduğunuz mekana biz gidemedik ama bütçeniz varsa kesinlikle öneriliyor)

Şehir dışı değer göreliselier:

Zipaquira (doğal tuzdan yapılmış kilise – otobüsle 2600 pesos 1’15dk)

Suesca

Guatavita

Santha Martha – Medellin / Bogata

Aslında planımız Medellin’e gitmekti. Hatta ona göre couchsurfing de ayarlamıştık. Ancak otobüs durağına vardığımızda bir baktık ki Bogota daha uzak olmasına rağmen daha ucuz. Medellin 16 saat ama 100.000 pesos ve Bogota 18 saat ama 80.000 pesos. Yine backpacker aklımız bize ani bir karar değişikliği yaptırdı ve son anda Bogota kararı aldık.

Taganga / Santha Martha

(18-20.02.2011)

Santa Martha, ülkenin ilk kasabası ünvanını taşıyor. 1525’de Rodrigo de Bastidas  tarafından keşfedilmiş. Eskiden bir balıkçı köyüymüş.

Görülesiler:

Parquet Nacional Tayrona – mükemmelmiş. Hem müthiş sahilleri, hem saf köyleri kesinlikle girişin 35.000 pesos olmasını bile fazlasıyla karşılıyormuş.

Minca

Cuidad Perdida

La Guajira

Palomino

TAGANGA:

(18-20.02.2011)


Gezginlerin uğradığı başka bir durak burası. Bir sahil kasabası. Yerliler, hipiler ve gezginler..

Biz buraya Kath’in kuzeni ile buluşmaya geldik. Başımıza gelen gelmemiş olsa, burayı çok daha güzel hatırlayabilirdik. Fotoğaf makinelerimiz ve cüzdanlarımız gitti. Kısacası dikkatli olmakta fayda var. gidecekseniz özelden yazmanız rica, detaya girerim – vanessataragano@gmail.com

Go to Top