V’StateOfFriends
Dominical’de tanıştığım Emmy adındaki tatlı kız, 1,5 sene yaşamış Türkiye’de. Amerikalı sanıldığı için, yaşadığı tüm ayrımcılıklara rağmen, geçirdiği en güzel senelerden biri olduğunu anlattı. (Anlattığı ayrımcılık hikayelerinden en hafifini paylaşıyım: Mahalle bakkalı çok tonton bir dede olmasına rağmen, Emmy’ye hiç yüz vermiyormuş ve Emmy de bu duruma hiç anlam veremiyormuş. Konuşurken yüzüne bile bakmıyormuş O’nun. Aylar sonra bir gün bakkal defterine ‘Amerikalı’ yazdığını görünce, ‘no, no Canada’ demiş ve bakkal amca o kadar mutlu olmuş ki, kasanın arkasından koşarak geçip, Emmy’e sımsıkı sarılmış.) Yaşadığı herşeye rağmen o kadar güzel sözler söyledi ki Türkiye için, bir an ‘aynı ülkeden bahsettiğimize emin miyiz acaba’ oldum. Asya tarafında geçirmiş bir senesini, acaba ondan mı diye tereddüt ettim ardından. Tanıdığı en mutlu topluluk olduğunu anlatıyordu çünkü – yani düşüncemin tam tersini.. O yüzden benim için çok ilginç bir konuşma oldu. Belli ki Türklerin sıcaklığı ve aile kavramı O’nu çok etkilemişti. Emmy’i tanıdığım için ve önyargılarımı kaldırmayı başarabildiği için inanılmaz mutluyum. Ve herşeyin sadece bir bakış açısı kadar yakın olabileceğini yine deneyimlemiş olduğum ve biraz daha temizlenebildiğim için. Malesef insanız ve malesef elimizdekilerin değerini unutabiliyoruz. Teşekkürler Emmy hatırlattıkların ve belki de Yol’umun en değerli sohbetlerinden birini benimle paylaştığın için!!
…
Az önce anlattıklarımı asla baltalamak için değil şimdi paylaşacaklarım. Çünkü zaten alakası bile yok devlet ile halkımızın ne güzel ki.. Sadece farklı ülke vatandaşlarını ve hikayelerini dinledikçe, sistemler hakkındaki düşüncelerim değişiyor. Mesela Holy, Amerika’da işinden kovulduğu için ayda 1200 dolar kazanıyor ve bununla 1 senedir dünyayı geziyor. Emmy’nin sevgilisi de aynı şekilde, ama 1800 dolar alıyor ayda ve sadece kendisini değil, sevgilisini de gezdiriyor. İsveçli tanıştığım hemşire, ayda 4000 euro kazanarak, senede sadece 4 ay çalışıp, çok güzel para biriktirmeyi becerebiliyor ve senenin diğer aylarını dünyayı gezerek geçiriyor. Döndüğünde ise, iş imkanları muhteşem olduğundan, hemen yeniden iş bulup aynı rutine dönebiliyor. Fransız hemşireye ne kadar kazandığını soramadım ama O da aynı şekilde 2 senedir gezmesine rağmen ve her sene noeli kutlamak için ülkesine dönmesine rağmen, daha senelerce gezmeyi planladığını anlatıyor. Auldes, Kanada’da meyve toplayarak, günde 900 dolar kazanıp, yılın iş günlerinden çok tatil yaptığını anlatıyor. 50’li yaşlarına gelmiş Martha, emeklilik maaşı ile 2 senedir dünyayı gezerken, ne kadar mutlu olduğunu ve bu yüzden evini temelli bıraktığını ve ölene kadar bunu yapmayı planladığını anlatıyor. Kanada devleti, üniversite okumak isteyenlere, öğrencinin ve ailenin ortak açtığı banka hesabına %50’ye yakın katkıda bulunabiliyor.. Ve daha niceleri..
…
şimdi bunları okuyunca senden farksız düşünemedim inanki. ne yani günde sadece meyve toplayrak 900$ mı?
bana farklı dünyaların hikayelerinini anlatan bir hayat lazım..
bana aslında şuan bunları yazdığım ülkenin topraklarından farklı bir toprak lazım..
bana beni anlatacak bir yer lazım..
\o/
Yazının ilk bölümüne de değinmek isterdim ama ikinci paragraf beni daha ilgilendirdi, fırsatım olursa o konuda da bir iki lakırdı ederim.
Birinci paragrafta anlatılanlar tam olarak gerçekleri yansıtmıyor bence.
İsveç, çok yüksek sosyal destek (işsizlıik, sağlık, çocuk, konut, eğitim…) oranları yüzünden epeydir oldukça sıkıntıda. Yüksek yaş ortalaması, çalışan nüfusun sigorta yükünü giderek artırıyor, artık pek büyük bir endüstri ülkesi değiller -satılan ve üretimi uzakdoğuya kayan otomitv dışında geriye sadece telekominikasyon kaldı-, bilim üretimleri almanya,fransa gibi diğer avrupalıların gerisinde, komşuları Norveç gibi petrolleri de yıllardır biriktirdikleri petrol fonları da yok, halk, alıştıkları yüksek sosyal yardımlardan vaz geçmeye hiç niyetli değil ve bu sarmal, yavaşlayan avrupa ekonomisinin katkısıyla iyice çıkılmaz hale gelebilir. Hemşiremiz, tıpkı bizler gibi, çok uzun olmayan bir süre sonra işini kendi isteğiyle bırakmayı aklından bile geçiremez durumda bulabilir kendini. Gezdikleri yanına kar kalır o ayrı :).
Amerika’da işsizlik maaşını bildiğim kadarıyla en uzun süre New York eyaleti ödüyor (pek çok koşula bağlı olarak 90 küsür hafta, ortalaması 60 hafta desek 1 sene yapıyor). 1 senedir dünyayı geziyorsanız, maaş olarak ödenen işsizlik parasını ağustos böceği olarak yediniz demektir, artık çalışmaya başlama zamanı geldi. İşsizlik oranı (eyaletlerin ortalaması) %8 civarında olan Amerika’da gidip iş bulmanın o kadar kolay olduğunu düşünüyorsanız, hodri meydan. Haa, ilk 10 universiteden mezunsanız onu bilemem ya da garson, benzinlikte kasiyer, temizlik görevlisi olarak kaçak çalışmak sorun değilse de sanırım bir şeyler ayarlanabilir. Ayrıca “Xenophobia” artık bu ülkede önemli bir hastalık. Bir tanıdığınız varsa, Amerika’da yaşam hakkında kendisiyle bir sohbet edin, anlatacakları pembe bir tablodan ibaret olmayacaktır.
Fransız hemşirenin brüt maaşının o civarlarda olduğunu ben de tahmin ediyorum. Ancak geçtiğimiz yıla kadar devam eden araç yakma, mahallelerde toplu isyan, yakın akrabamdan bildiğim kadarıyla yaklaşık 1 sene süren akedemik grev, Airbus gibi devlerin işten çıkarmaları ve tarihinin en yüksek oranlarına varan (%11 civarında) işsizlik, yoğun göçmen nüfusa sahip fransanın geleceğini de çok iyimser göstermiyor bana.
Kanada ekonomisi oldukça güçlü ve farklı endüstrilerde (ağaç ve ormancılık, kağıt…) lider bir ekonomi. Eriyen buzulların altındaki petrolü de çıkartmak için -evet çevre açısından hiç de içaçıcı bir gelişme değil- de çalışmalara başladılar. Bu ülkenin Amerika’dan bağımsız olarak oldukça farklı bir dinamiği var, sürekli göç alması ve fakat aldığını da vermesi (nüfus sürekli 35-40 milyon bandındadır) bu dinamikliğe destek oluyor bence. Ammmaaaa, Kanada ya da dünyanın herhangi bir noktasında meyve toplayıcısına günde 900 dolar ödendiğini iddia etmek latife etmekten ötesi olamaz, burayı bir daha soruşturun derim.
Şans eseri yazı yakından tanıdığım ülkelere dokunduğu için yorum yapabildim, 11 eylül’ü Manhattan’da yaşamış, Avrupa’nın ortasında da uzun yıllarını geçirmiş birisinin izlenimlerini buraya aktarmam umarım sizi kızdırmaz. Ama ikinci bölümde yazılanlara katılmıyorum. Çin, Hindistan, Brezilya ve hatta Meksika gibi yoğun nüfuslu, işçi ücretlerinin anormal düşük ve sosyal desteğin neredeyse sıfır olduğu patlayıcı ekonomilerin palazlandığı bir dünyada, artık eski kıtanın ve Amerika birleşik devletlerinin cazibesi o kadar da yüksek görülmüyor. Ta ki, bu yeni güçleri oluşturan bireyler daha fazla refahı ve daha uzun bir hayatı talep edene kadar.
cnm benim, ne guzel anlatmıssın, emmy ile olan sohpetini :)))
Tesekkur ederim degerli gorusleriniz ve aktardiginiz bilgiler icin. Verdigim ornekler, bizzat insanlarin kendisinden ogrenerek yazdiklarimdir. 900 Kanada dolari ornegi ise, Auldez’in bir gun icinde maksismum kazandigi bedeldir. Sanirsam belirtmem gerekiyor, bunlari yazmamin sebebi, ‘hadi ulkemizi birakalim ve buralara yerleselim’ niyetini icinde barindirmiyordu. Ben her birini ogrendigimde, bir devlet’in neler saglayabilecegi konusunda ufkum bu kadar acik bile olmadigindan olsa gerek, sok oldum ve bu yuzden paylasmak istedim. Yine de merak etmekteyim, bu kotulediginiz ulkeler yerine, Turk Devletinin daha iyi olanaklar sagladigini mi dusunuyorsunuz? Yoksa siz de sadece bildiklerinizi mi aktariyorsunuz? Farkli bir renk sundugunuz icin tekrar tesekkurler. Ilk bolumle de ilgili goruslerinizi merakla beklerim 🙂 sevgiler..
Canim seni cok ama cok ozledim seninle beraber geziyor gibiyiz seni cok ama cok seviyorum milyonlarca opucukler