ilklerlelelalalala:

Day 1 (15.04.2010)

Karavanimizi ilk ben kullandim. Dusun ki 7 metre uzunlugunda bir karavan, direksiyon sagda, vites solda, dikiz aynasi solda, ustune ustluk sen de soldan gitmelisin. Yolun en yavas seridi, senin eski, en hizli seridin. Adrenalinden olsa gerek, butun bu detaylari her zaman yasiyormuscasina, tedirgin bile olmadan mutlu mutlu surdum.

Ilk hedefimiz, evimize buyuk bir marketten (Smithfield / Woolsworth) alisveris yapmak oldu.

Ilk buzdolabimizi doldurduk, sonra da karnimizi. Alisveris sonrasi o kadar acikmistik ki, alisveris merkezinin parkinin ortasinda yemek yemek, hic de garip gelmedi 🙂

Ilk yemegimiz coktur ozledigim beyaz peynir ve domates keyfiydi. Balsamic sosu da ekledik mi slap slup yummyy.

Ilk istikametimiz kuzey, ama bundan sonra hep guneye dogru gidecegiz.

Ilk gordugumuz beach’ler sirasiyla Trinity, Kewarra, Clifton, Ellis, Wangetti, Turtle Creek, Little Reef, Oak, Pebbly. Paralellerinden, evimizle pufur pufur seyir ettik. Bir insan bile yoktu, bu yuce mavi ile bej birlesimi sahillerin, pudra sekeri kumlarinin ustunde! Sebebi zehirli deniz analari ve timsahlar olsa da, boylu boyunca uzanan bu essiz guzellikler, bu kadar sahipsiz ve sessiz olmasi sebebi ile o kadar cekiciydi ki, karsi koymak cok zor oldu.

Ardindan Port Douglas‘a vardik. Hedef Kitle: A+, 50+. Cok shicti. Fazla kalmadan devam ettik Mossman Gorge’ye dogru. Ancak buranin da sadece onunden gecebildik cunku hava kararmak uzereydi ve kararmadan, evimizi park edecek yeri bulmamiz gerekiyordu. Dorm resepsiyonisti Andre, bize kalmamiz icin Cape Tribulation’i onermisti, ancak nedense bir turlu oraya varamamistik, Baska yollarden gitsek bile hep ayni yere dondugumuz icin, sonunda. tam orada bulunan restorana, parkinda konaklayip konaklayamiyacagimizi sorduk. Saolsun izin verdi.

Ilk gunumuzun biraz zor baslayip zor sonlandigini itiraf etmem gerek. Kiralarken ne soracagimizdan bile habersiz, anlatan kadinin agzinin icine dusmustuk. On camlarin onunde duran demir parcasinin neden var oldugunu sormam, minik bir travma ile sonuclandi. ‘Kanguru carptiginda sizi oldurmesin diye’ demesin mi. Yaaaa ne oldurmesii, ben onlarin kucagina atlayip gezmek istiyorum Avusturalya’yi, olmaz mi?. Butun gun ‘kanguru gorebilirsiniz, dikkat edin’ isaretlerinin her birinde, bir taraftan cok gormek istiyor, ama bir taraftan da kadinin dedigi aklima geldigi icin dilim istedigimi soylemeye bir turlu varmadi, cikmaza girdim :s

Ilk gecemiz ise acikcasi daha da bir fiyaskoydu. Yasam savasi verdik desem yeridir. Elbette kahkahalarla guluyorduk halimize o ayri 🙂 Gazi acamadigimizdan yemek pisiremedik. Neyseki balli fistikli muesli imdadima ziyadesiyle yetisti. Su calismiyordu, ama tualetin yanina park ettigimizden kurbaga ve sineklerle dolup tasan hayvanat bahcesi/tualet, yari ihtiyacimizi gorebildi. Sineklerden kurtulmak icin adeta kolbasti dansi yapmak durumunda kalmak da en acisiydi.  Elektrik harcayip buzdolapsiz kalmak istemedigimizden, el fenerleriyle idare etmek durumunda kaldik. Yemegimizi yedikten sonra zifiri karanlikta yapacak birsey bulamadigimizdan, careyi birbirimize masal anlatmada bulduk. Ben Jess’in masalini sticky rice uzeri dort yaprakli yonca getiren prens ile bagladim. Jess ise benim adimi Vapunzel koydu… sonra da gokten 3 elma dustu. Biri sizin, biri evrenin, biri de bizim, tamam mi?

————————————————————————–

MOSSMAN GORGE ABD BEYOND

Day 2 (16.04.2010)

Gece bu kadar erken yatinca sabahin 6’sinda dikildim tabi. Disari ciktigimda, envai cesit bocegi selamlayip, Jess’in uyanmasini bekledim. Cok da gecmedi, uyandi zaten. Kahvaltimizi ettikten sonra hemen yola koyulduk.

Mossman Gorge – Draintree adli national park‘ta yuruyuse ciktik.

Ardindan bir karavan duragi onunde gazimiza baktirdik. Gazda bir sorun yokmus. Sadece vanayi ters acmisiz, Ha Ha, o an hiç komik degildi. Gidip baska bir parkta sarj olduktan sonra (karavan hayatinin boyle onemli bir detayi var – max her 2 gunde 1, karavani elektirige baglayip sarj etmek gerekiyor. Bir de tabi su depolamak. Yani kendimizi doyurmamiz yetmiyor, evimiz de bizim gibi acikiyor ve yiyemezse devam edemiyor. ) yola devam ettik.

Altin yesil olsa, bu renkte parlayamayacak yesilliklerin arasinda evimiz sanki samanyolu ciziyor. Hic bir yerde durmasan bile, sagli sollu eslik eden yagmur ormanlari, surreal bir cerceve ciziyor.. İcinde ucusan rengarenk ve kocaman kelebekler, altimizdan ara ara akan nehirler, viyadukler, tonsurton daglar, tepeler, vadiler. boylu boyunca envai cesit ve sekil tarlalar, rengarenk cicekler. kat kat bulutlar, hatta gokkusaklari bile… her an bir doga harikasina sahidiz burda. Goz kamastirici enerji icimizi dolup tasiriyor.  yollar, anlar o kadar zevkli ki, hala neden herkesin yanimda olmadigini anlayabilmis degilim.

Her sehir veya mahallede mutlaka en az bir information center bulunuyor. Komisyonla calismadiklarindan en dogru bilgileri de ogrenebiliyoruz. Bir de pasaportumuz var, her birinden bir damga ve kod ad aliyoruz. Sonunda odul var fakat biz o kadar gezemeyiz herhalde. ‘Ama ya cikarsa’ diye de eksik de etmiyoruz hani 🙂

Ugradigimiz information center’dan bir ‘wine tasting’ kuponu kazanmistik, deneyelim dedik – Mt. Uncle Distillery. Barinda duran tatli adam bize bir marshmellow’lu, bir de kahveli likor denettirdi. Cok lezzetliydi.

Adamla sohbet de oyle basladi. Damadi Turkmus. Kizi, bizim gibi dunyayi gezerken, Izmit’te tanismis kendisiyle. Sonra da ailesinin bekledigi telefon gelmis: ‘evlenecegi adami Izmit’de bulmus’. Hep beraber Izmit’e gidip dugunlerinde ‘oynamislar’. Cok mutlu bir havasi yoktu acikcasi. Turk erkeklerinin kadinlari calistirdigindan, halbuki burdaki erkeklerin tum isleri paylastigindan bahsetti. Yemek ve temizlik islerini kendisi yaparmis mesela.

Aborijinlerin durumunu Ona da sordum. Surekli alkol alip, kizgin olmalarini, tembelliklerine bagladi. Devlet onlara baktigindan artik kendilerini gelistirmek yerine, icip icip sapittiklarini soyledi. En azindan O’na gore sehirdekilerin aciklamasi buymus.

Bugun seyyar evimize biraz daha bir yerlestik. Esyalarimizi yerlestirdik ve son eksiklerimizi aldik. Home sweet home.

Aksam ise Malanda selalelerinin yanindaki karavan kamp’inda kaldik. Buraya bakan adam, aksam vakti, eski bir Sharlo filminden cikmis gibi komik bisikletiyle yanimiza gelip merhaba dedi. Bir de sadece burda yasayan agac kangurularindan bahsetti. Istersek sabah gosterebilecegini de soyledi. Burda bir umit bedavaya kaldigimizi sanmistik ama sabah bu kangurulari gorme niyetiyle, adamin evinin yanina gidince odememiz gerektigini anladik. Ama en azindan butun gece evimizi doyurmus, sorbesini, tatlisini, kahvesini bile vermistik. Afiyet oldu.

———————————————————————————–

A beautiful day of  Waterfalls

Day 3 (17.04.2010) 

 Agac kangurusunu aradigimiz zaman bulamadik ama tam umidi kesip oradan ayrilmak uzereyken, biri bize agac tepelerini isaret etti. Ve oley ilk kangurumuzu gorduk. Upuzun bir kuyrugu vardi. Yapraklardan besleniyormus. Yerim onu ben.

Gercekten degil tabi – deli bu insanlar yaw :p

Yagmur sezonunda oldugumuz icin selaleler siril sirildan ote gurul gurul akiyor. Ilk olarak Malanda selalesini gorduk.

Sonra Millaa Millaa

Sonra Zillie

Ve son olarak Ellinjaa

Bir de yol uzeri ‘cheese testing’ reklami gorup, iceri girip deniyince, keyfimize diyecek yoktu.

Innisfail uzerinden ‘A1/bruce’ adli highway’e baglandik. Dogu yakasini sanirsam hep bu yoldan takip ediyor olacagiz.

Aksam ise Etty Bay‘de sahilde kalmayi umuyorduk. Vardigimizda cok mutluyduk cunku deniz dalgalari ninnimiz olacakti. Rahat rahat yemegimizi yedik, bulasigimizi yikadik. Sinekligimizi bagajimiza takip, arka terasimizi actik.

Tam seriliyorduk ki bir hatun yaklasti. Kamp yapmak yasakmis, geceyi orda geciremezmisiz. Eger istersek arkaya gecebilirmisiz ama orasi da paraliymis. Tuh otesi cunku hava da kararmisti ve ilk kuralimiz karanlikta kullanmamakti. Mecbur olduk, gectim direksiyona, amanin o ne yagmur… selale gibi mubarek. Yine karsimiza hayvan cikacak korkusundan yagmuru kafaya takmadim bile. Sapacak yol bulamadigimizdan baya yol aldik. Cowley beach oku nedense:p cazip ve anlamli geldi, saptik. Zifiri karanlik oldugundan tam olarak nerde oldugumuzu bilmiyorduk ama bir public tualet bulunca hemen yanina park ettik (bu arada bu halk tualetleri kafanizda canlandirdiginizin aksine, Hindistandakilerin yaninda 7 yildizli kalir diyim). Bu gece tasarruf gecesi, evimizi sarj etmedigimizden isik yakmiyoruz. Dolayisiyla yine erkenden yatiyoruzzz.

———————————————————————

On the road – Cowley Beach to Homehill

Day 4 (18.04.2010) 

Ve kalktim yine 6’da. Megersem ne de guzel bir yere…

Kahvalti edip dustuk yine yollara. Neyse ki cok rahatlar. Karavanlar icin yapilmislar sanki. Her daim kamp alanlari ve dinlenme noktalarinin isaretleri var. Ustelik eglenceli de sloganlar bulmuslar, yol boyunca pankartlara yazmislar: ‘Are we there yet?’ ‘How long to go dad/mom’, ‘Still a long way to go kids’. Bir de bunun sert versiyonlari var: ‘Break the drive, stay alive’ ‘Survive this drive’. En acimasizi ise ‘Rest or R.I.P.’ Bunun disinda, eger o yolda kaza yapilmissa, o da yaziliyor, ‘ekstra dikkat edilsin’ diyerekten..

Gun boyunca guneye, Cowley Beach’ten Homehill’e kadar gittik. Ingham ve Townswille gectigimiz buyuk sehirlerdi.

Aksam, ‘Comfort Stop’ denilen bir yerde konakladik. Evimizi sarj etmek disinda hersey vardi ve tertemizdi. Her gece hem esyalarimizi, hem de kendimizi yikayacak mekanlar bulabildigimiz icin cok mutluyuz. Nasil bir rahatlik hissi veriyor, fiyufit. Mutluluktan sirinlerin muzigini soyluyoruz. Kocaman yemyesil araziler arasinda gun boyunca gezince, sirine olmak da kacinilmaz zaten Lalalalalala lalalalala…

comfort zone

Karavanda yasadigimiz icin pek sosyallesemiyoruz maalesef. Ama buranin ortak alani sayesinde sonunda birileriyle tanisabildik. Yanimiza gelen turist bir cift, beraber kitap okuyordu, cok sekerlerdi. Baska bir karavanda, 30 yaslarinin sonlarinda olan 2 kadin, yarattiklari los isikta saraplarini yudumluyorlardi. Jess’in tanistigi baska bir cocugun da hayat hikayesi cok enteresandi. Annesi Hintli, babasi Turk’mus ve fakat O dogduktan sonra cocuk istemediklerine karar verince, Onu bir yetimhaneye birakmislar. Daha sonra Alman bir kadin ile Yunanli kocasi evlat edinmis. O da simdi mutlu mutlu geziyor. Bayiliyorum bu hayata, insanlarla tanismaya lalalalalala…

————————————————————————————

Homehill – Bowen – Airlie Beach – Whitsundays – Proserpine – Mackey

Day 5 (19.04.2010) 

Bugun yine tam gaz yollardaydik. Aslinda Airlie Beach’te kalip Whitsundays’e gitmekti planimiz. Ancak minimum tur 115 aud’den baslayinca ve uzerine de hava kotu oldugundan snorkel goruntu kalitesi dusunce, paramizi daha iyi yerlere harcayalim diye dusunup, ordan da ayrildik. Ama gelmisken soyle de bi gezmeyi eksik etmedik tabi.

Sahil ortasinda deve kervani gormek de bir acayip oldu tabi..

Yeni evlenen ciftin romantik kareleri ise buyuleyiciydi..

Bu arada hani internette resimleri dolasan kalp seklindeki adacik var ya – o burdaymis! Sahsen yeni ogrendim bu heart reef‘in burda oldugunu. Goremedim, o ayri. Gidemiyorsun da zaten. Ucakla uzerinden gecmek icin ise 400aud istiyorlar. Oldu, gozlerim doldu :p Ben de google’larim..

Karavanda bir omur yasanir mi diye dusunurken bugun, aksam kaldigimiz ‘Seewinds’ adli bu yer, karavan parki olmaktan cikmis, insanlarin, daha cok yaslilarin yasam alanina donmus, bize cevabi vermisti. Kimisi barini kurmus onune, kimisi mutfagini tasimis bahcesine. Kaba bir hesap yapinca, elektrik ve su masraflari dahil 500 dolara, sahil kenarinda yasamak hic de fena bir fikre benzemiyor, degil mi?

Bugun yolda gordugum atin uzerindeki 2 kus, masal diyarindan kacmis gibilerdi. Uykuya dalarken onlar geldi aklima. Bir daha ki masal uydurmama onlari da ekleyemeye karar verdim:) Tatli ruyalar size de..

———————————————————————————–

Mackey – Sarina – Marlborough – Rockhampton

Day 6 (20.04.2010) 

23.30’da yatinca tabi yine dikildim ayaga 06.30’da. Deniz kenarina gidip biraz dalgalari izledim, dinledim, icime cektim. Ic sesim yavasladi. Garip ve guzel bir his, sanki pili bitmis bir ses gibi geliyor boyle zamanlarda kendisi, enerjisi ise tam tersi.

Jess uyaninca kahvaltimizi edip ciktik yine yola. Bugun yolumuz uzun ama ilk once bir markete gidip kucuk eksiklerimizi tamamlamak istedik. Jess park ederken ben de turk usulu ‘gel gel’ yapiyordum kenarlara bakarak. Unutmusuz ki bizim karavanin bir de ust kati var, carpmasin mi demirlere. Sigorta paramiz yanmasin diye bir tamircide bulduk solugu. Kimseye soyleme sen de caktirmadan hallettik bi sekil. Ustelik bizden para da almadilar.

Uhuyla yapistirip, 1 saat kadar parkta bekledik. Jess de arada kreplerimizi yapti. Yardimci olan adama bir adet nutellali ikramla ve krepin tadiyla cennete gidip geldik. Bu arada J’nin muthis yemek yaptigindan bahsetmismiydim? Saolsun her ogun bir ziyafete donusuyor. Ardindan da kalanlari o kadar guzel avukadoyla karistirip salata haline getiriyor ki parmaklarini yalarsin.

Simdiye kadar yolda hep ‘tavuzkusu veya kanguru olabilir, dikkat’ isaretleri gormusken, bugun onlara koala da eklendi. E hani nerdelerrrr, gormek istiyorummm ama lutfen ve lutfen kelebekler gibi camin onune atlamasinlar. Gecen gun bir kelebegi istemeden oldurdum diye icim parcalandi ve agladim bile zaten.

Aksam Rockhampton‘a vardigimizda hava kararmak uzereydi. Dun sarj oldugumuzdan bugun tasarruf etmek istiyorduk. Fakat gel gor ki bedava kalacak bir yer bulamadik. Bir ara ormanin ortasinda kalsak mi diye durduk ama bugun tirlarin gectigi gun ve karanlik ve tualetsizlik ve susuzluk hendikaplarinin altinda ezilip, yine kamp alaninda sarj olmaya karar verdik.

———————————————————

Rockhampton – Gladstone – Bundaberg – Harvey Bay

Day 7 (21.04.2010) 

Ne komik siveleri var bu Avusturalyalilarin. Her kelimenin sonuna bi de -ey ekliyorlar. Zaten yuvarlak ve hizli konustuklarindan, cozmek zorken, bir de sonundaki -ey ekini ayiklayip anlaman gerekiyor mate. Sabah gunaydin diyen kadinin ne demek istedigini anlayana kadar kac takla attim. Megersem ‘what a bloody dayey’ degil de ‘what a blowy day’ diyormus. E o zaman oyle desene, ne yuvarliyorsun agzinda lafi teyzecim.

Bugun yine butun gun yollardaydik. Artik iyice kamyoncu kimligine burunmus hissediyorum kendimi. Zaten sali ve persembe gunleri burda tir kamyonlarinin gunu ve anlasilan o ki carsamba gunu de kacamak yapanlar var. Biz de onlar gibiydik. Mazallah :p yollara iyice alistik. Karsidan sirenli bir araba gecince, anliyoruz ki arkasindan 2 seritlik araba gececek, hemen yana cekiliyoruz. Bir ara benzinimiz bitmek uzere bir heyecan yasadik o kadar. Jess kullaniyordu o esnada. Bir 4. vitese takip basiyor, ardindan bosa alip tasarruf ediyorduk. Benzin isigi yandiginda neredeyse daha 60km vardi varacagimiz Gin Gin adli istikamete. Yokus asagilarinda ‘oley’ diye haykiriyor, yokus yukarilarinda ise annemizi cagiriyorduk. Sag saglim vardik neyseki. Ustelik vardigimiz yerin marketinde belki 25 senedir aradigim curly wurly adli cukulatayi da bulunca, benden mutlusu yoktuuu.

2 gundur gereksiz evimizi doyurdugumuzdan bugun kesin tasarruf etmeye kararliydik. Ama kader o ki yine bedava kalacak bir yer bulamadik. En yakin yararlanabilecegimiz yer 30 mil guneydeydi ve git gel degmeyeceginden, buranin en ucuz yeri olan YHA Collonial Village’a geldik ve burdan yarin baslamak uzere 2 gunluk Fraser ada turunu satin aldik. Bir backpackerci icin kolay bir butce degildi. Ama alternatif yollari arastirdigimizda, adaya 4×4 disinda bir aracla gidilemiyecegini ogrendik. Ya 8 backpackerciyla birlikte 3 gunlugune bu araclardan kiralayip, cadirlarda surunup, ekstra yemek parasi odeyecektik. Yada ayni bedeli 2 gunluk tur icin verip, hem tur rehberi esliginde, yatakli, yemekli, havlulu vs kalip hem de bilmedigimiz yerlerde araba kullanma derdinden kurtulacaktik. 2.si daha mantikli geldi. Avusturalyayi arastirirken, burayi siddetle onermislerdi. Umarim deger ama simdilik LP’den okuduklarim zaten yeterince heyecanlanmami sagladi. Dunyanin tek kum uzeri rainforest olan adasiymis burasi ve hatta dunyanin en buyuk kum adasiymis zaten. Neyse onumuzdeki gunler daha fazla bilgi toplayip donerim, ben yatar; Iyi geceler..

—————————————————————-

FRASER ISLAND

Day 8&9 (22-23.04.2010) 

Sabah 06.15de kalkip, hazirlanip evimizi parka cektik. Buzdolapdakileri zaten dun aksamdan dorm’un buzdolabina kaldirmistik. 07.15 kahvalti ardindan da 08.00’de bizi aldilar. 10dk’da marinaya vardik ve 15dk bekleyip bota bindik. Asya topraklarindan sonra zamanlamalar harika!

Varmamiz herhalde yarim saati buldu. Hava cok bulutluydu, gunessiz bir hayatin ne kadar renksiz, soluk ve sonuk olabilecegini deneyimledik bu sabah.

Yaklasik 20 kisi bir otobuse bindik. Hersey muthis organize.. Yurudugumuz alanlarin altini bile boyamislar.

Bindigimiz otobus ise cok eglenceli. Gidemedigi, giremedigi yol yok. Dolayisiyla icinde latin dansi yapar gibiyiz. Adaya 4×4 disinda hicbir arac giremesinin sebebi de bu zaten.

Ardindan yagmur ormanlarinin icine daldik bu akil almaz otobusle. Beach filmindeki Leonarda’nun tripledigi sahnedeyiz sanki. Resmen agaclarin icinden geciyoruz, Oyun parklarindan farksiz, cok zevkliii. Tur rehberimiz anlatmaya basliyor, ah bi de agzini yuvarlamasa.. ama anladiklarim soyle:

Bu agaclarin zemini kum oldugundan kokleri 10m’ye kadar inebiliyor ve fakat cok uzun olamiyorlar. Bir suru kirilmis ve dusmus agac var etrafta. Yagmur ve ruzgar yuzunden zorlanip zemin de kum oldugundan, cok kuvvetli olamayip devriliyorlar.

Yapraklar yola dusmus, yol olmuslar.

Aralarindan yururken, devrilen agaclarin ortasinin bos oldugunu gordum. Sordum. ilk once icten olduklerini ve iclerinin bosaldiklarini soyledi rehberimiz. insanlar gibi degil mi. Bir suru cesit de agac gorduk ve ogrendik.

En cok da okaliptus agaclarini. Burdaki agaclar o kadar kaliteliymis ki basbakan masalarinda kullaniliyormus. Aman ne guzel :p

Adadaki kumlarin % 98’i kuartz. 1973-1975 yili arasinda isleyip burdan baya cam cikarmislar ancak adaya zarar verdiklerinden daha sonra bu islemi ebediyen durdurmuslar.

120km uzunlugunda olan bu adanin maskotu ise Dingo cinsi bir kopek.

Zaten dingo asagi dingo yukari olmus durumda ada. Her yerde ‘be dingo safe’, ‘dingo tour’, ‘dingo aware’ tarzi yayilmalar var.

Kurt ve kopek karisimi bu hayvanlar, bir kac sene once 7 yasindaki bir cocuk dahil bir kac insan oldurduklerinden, 1999’da adada 400 adet varken, devlet kimisini oldurmus, kimisini adadan surmus. Simdi ise 200 adet kalmis adada ve onlari da gozlemliyorlarmis zaten. Onlara yemek vermemiz yasak. Cunku insan yemegi yerlerse saldirganlasiyorlarmis.

1800lu yillarda aslinda aborijinler yasiyormus burda. Butchulla denilen kabile… Bir suru hastalik baslayinca (!!) cogu olmus, cogu da surulmus.

Basbakan Kevin Rud’in aborijinlerden ozur diledigini ve bunun uzerine bir demec yayinladigini hatirlarsin. Simdilerde ise bir duzine kadar kalmislar sadece. Tur rehberine sordum yine aborijinleri – sehirde yasayanlar kadar bos degillermis burdakiler.. ama ‘Sadece eski geleneklerle yasayan bir topluluk kaldi mi’ diye sordugumda, malesef kalmadigini ogrendim. Eski yontemlerle ava ciksalar dahi, yine de buzdolaplarinda sakliyorlarmis yiyeceklerini. Cok fazla onlarla calismadigindan, baska da birsey bilmiyor gibiydi konu ile ilgili 🙁

Buraya hic kar yagmiyor. Kisin en soguk oldugu zaman 18 derece. Kumlar isiyi ve sogugu cabuk algiladiklarindan, senenin sadece bir haftasi, gece isi 6 dereceyi bulabiliyor, ama o kadar.

Ilk gun rainforest gezimiz disinda, Basin adli bir gole gittik. Burdaki kumlar neredeyse bembeyaz, kar gibi. O kadar ki islak yerleri gri gibi gozukuyor. Golun rengi ise bebek mavisi. Muthisss. Butchullalar bu gollerde torenler yaparlarmis. Onlar icin cok degerliymis. Hic dokunmamislar buralara. Sadece yagmur suyu varmis icinde.

Daha sonra da McKenzie adli buranin en meshur golune gittik. Ilkinden cok daha buyuk ama renkler ve his benzer.

‘Bu gollerde cok fazla besin olmadigindan sadece asid kurbagalari yasiyor. Yuzeye gelen bocek ve sinekleri yiyerek besleniyorlar. Ve fakat su fareleri cogu yasayan balik ve kurbagalari oldurdugunden, cok fazla canli da yasayamiyor bu gollerde.’

Gunes batisini da resmetmeden gecemiyim..

2.gun ise 4×4 otobusumuzle sahil boyunca gezdik. Filmde gibiydik.

En onde oturdugum icin ayri bir zevk aldim.

Maheno adli geminin kalintilarini gormeye gittik. Zamaninda Japonlar carpmis buraya.

Daha sonra Pinnacles adli yere geldik. Kum firtinalari sayesinde peri bacalarina benzer bi goruntu olusmus, saheserdi. Adada bulunan 75 degisik renkteki kumun cogunu gorme sansina da eristik heralde burada.

Adada sadece 3 adet kaya varmis. Bunlarin en buyugunun adi Indian Head. Manzara burdan muthisss. Hafif bir esintinin altinda kisa bir meditasyon cok iyi geldi.

Ardindan ‘sampanya havuzu’ diye adlandirdiklari yere gittik. Pasifik okyanusu dalgalariyla bu havuzlara carptigi icin, icinde kabarciklar olusuyor. Adini bu yuzden ‘sampanya havuzu’ koymuslar. Reklami baya iyi becerdikleri kesin.

Son olarak da buranin en buyuk deresi olan yellow creek‘de kahve ve kurabiye keyfimizi yaptik.

Adada dingo disinda gordugumuz hayvanlar ise soyleydi:

Turda tanistigimiz tum insanlar da cok sekerdi. Simdiye kadar hayatimda tanidigim en ilginc ciftle tanistim. Irlandalilar.

Ama en cok 19 yasindaki Laura adli alman kiz ilgimi cekti. Bu kizin dedesi naziymis ve hatta nazi kamplarinda calismis. Laura, dunyayi gezerken sadece bos bos para harcamak istemediginden, sosyal sorumluluk projesi almis kendine ve Sydney’de yasayan holokost madurlariyla birlikte zaman gecirmis. Annesi, dedesine kesinlikle anlatmamasini onermis ama Laura yaptigindan cok memnun. Bir suru bilgi edindigini ve kendini gelistirdigini soyluyor. O insanlarin da onunla calismis olmasi zor olsa gerek diye dusunup sordum ama hic de olmamis. Tam tersine cok yardimci olmuslar O’na ve cok sevgi dolu davranmislar.

ps. Her ne kadar bu turu abartilmis bulsam da yapmis oldugum icin memnunum. Ama butceniz cok kisitliysa, yapmasaniz da olur derim, sevgi saygilarimi iletirim..